Her birimizin bir diğeriyle aynı düşündüğü, yeni seslerin ya hiç olmadığı ya da duyulmayacak kadar cılız olduğu bir dünya hayal et. İçinde renklerin bile olmadığı, sıkıcı ve keyifsiz bir yer olurdu değil mi? O dünyada büyümek, yaşlanmak hatta nefes almak dahi istemezdik. Çünkü her birimiz, kendi içimizde renkli ve “biricik” dünyalara sahibiz. Ezber odaklı sistemin bizden aldıklarına şöyle bir göz atalım.

Böylesine yıkıcı bir dünyanın içinde hayatımızın en önemli kazanımlarına eriştiğimizi söylesek ne hissederdin?  

Evet, maalesef hepimiz yıllarca içinde büyüdüğümüz eğitim sistemi tarafından “tekdüze” olalım diye yetiştirildik. Farklı düşüncelere izin verilmeden herkesin aynı kulvarda koştuğu adaletsiz bir yarışın içinde oradan oraya savrulup durduk.  

Sistem; biricik oluşumuzu ortadan kaldırmak ve “düzen” için kusursuz birer “parça” haline getirebilmek için bizleri, tıpkı bir torna tezgâhındaki ürünlermiş gibi yonttu.  

image 8

Günün sonunda çok seslilik ve soyut düşünce gibi kavramlar ortadan kalktığında, sistem maksadına erişmiş oldu fakat bu durum kendi içinde bir son doğurdu. Çünkü soyut düşünce mevhumundan yoksun kimseleri yaratan sistem, sermayeye yönelik üretim için ihtiyaç duyduğu niş alanlardaki bireyleri de tekdüzeleştirmişti. Bu, mevcut tekdüzeliğin sisteme yansıyan kısmıydı. İşin bir de sanat ve felsefe boyutları vardı ki bunlar, insan medeniyetini olduğu noktaya taşıyan çok önemli iki kilit taşıydı.  

Bazılarımıza göre, bu gibi kısır döngüler bir noktada kırılmaya mahkûmdur. Üzerinde yaşadığımız dünya, sosyolojik açıdan birkaç kez daha benzeri kırılmalar yaşamıştır. Bunun en somut örnekleri soğuk savaş ve ondan önceki iki dünya savaşının yaşandığı zamanlara işaret etmektedir.  

Örneklerin her birinde, bir noktada sistemin doyuma ulaşması, ortaya çıkan her yeniliğin bastırılarak egale edilmesi gibi girişimlerin yanıtsız kalması ve değişimin merkezden başlaması gözlemlenmiştir.  

Çünkü enformasyona durmadan değişen akışkan ve dinamik bir kavramdır. Değişimin kendisine karşı çıkan sistemler, o ana kadar üretilen kolektif bilgiyi kullanarak inşa edilebilirler fakat bu, akan bir nehre tek bir tane kazık çakarak onu durdurmaya benzer. Sistem sabit kalırken enformasyon üretimi devam eder. Sistem buna ne kadar karşı gelmeye çalışsa da günün sonunda bilgiye dayalı üretim “farklı” -azınlıkların- olanların eline geçmiş olur ve değişim kaçınılmaz hale gelir.  

Dünyamızın geldiği mevcut noktada, sistemin her zaman olduğundan daha güçlü şekilde karşımızda durduğunu söylemek yanlış olmaz. Özellikle bizimki gibi, bilgiyi üretmek yerine dışarıdan alarak devşirmeyi deneyen toplumlarda, bu üstümüze asla uymayan bir kıyafet hissi yaratır. Hem o kıyafeti giyen hem de giyen kişiyi gören insanlar için yadsınamaz bir huzursuzluk hissine neden olması kaçınılmazdır.

Soyut düşünce kavramı küresel ölçekte dahi az rastlanan kıymetli bir kavramken bunu üretmek yerine devşirmeyi deneyerek daha da işe yaramaz hale getiriyoruz. Üstelik bu kavramın eksikliğini yalnızca soyut düşünce alanında değil; yediğimiz yemeklerden, gördüğümüz binalara kadar her yerde hissediyoruz. Kendi ellerimizle yarattığımız bu dünyada her şey birbirinin tıpkısı. İnşa ettiğimiz büyük şehirlerde değişen şeyler yalnızca sokak ve cadde isimleri. Binalar, insanlar, konuşulanlar, kavgalar… Her şey bir önceki ve bir sonraki kenttekilerin aynısı… 

image 10

Bugün içinde bulunduğumuz bu manadan uzak algının da değişeceğini ve ilerleyen zamanlarda farklı düşünce yapıları ile medeniyetimizi şekillendireceğimizi düşünmek çok da hayalperest bir yaklaşım değil çünkü bir şeylerin değişeceğine dair olan inancımız, geçmişteki referanslarımızın işaret ettiği bir nokta. 

Diğer yazımız olan Ekolojik okuryazarlık nedir? yazısına göz atın! 

Eğer bu konu hakkında daha fazla bilgi almak ve bu konuyu aşmak istiyorsanız Bi’akıl App’deki “Kişisel Gelişim Eğitimi” temaslarına göz atabilirsiniz. 🙂